Tümör
Bu defa doktor sonunda itiraf edecek. Beyninde seni yiyip
bitiren iğrenç bir tümör var diyecek. Sen bu iğrenç şeyle yaşamaya alışsan da o
senden intikamını her gün katlayarak alacak diyecek. Kafanı buz gibi duvara
yaslayıp kısık kısık nefes alman da fayda etmez, ağrını ne bir ağrı kesici ne
bir anti depresan kesebilir diyecek. Bu acıyla öleceksin. Evet. Acı içinde,
kendi acının içinde… Ayrıca yapayalnız. Çünkü bu acı seni o kadar huysuz biri
yaptı ki beynine o iğneler batmaya başladığı an dünyanın en çekilmez, hırçın,
aksi ve küfürbaz adamı oluyorsun.
Ama öyle olmadı. Doktor elindeki sonuçları göz ucuyla okudu
ve o her zamanki umursuz surat ifadesini takınıp – o an neye benzediğini
söylemeyeceğim – ‘Bir şeyiniz yok. Bu aralar bir şeye canınızı mı sıktınız? Geçer’ dedi. Ne demek bir şeyin yok? Bir şeye canımı mı
sıkmış mıyım? Şu pencereden görünen dışarısı ve oradaki her mahlûkat asıl benim
canımı sıkıyor işte. Ben bu ağrılardan ne uyuyabiliyorum, ne bir kere başımı
çevirip güneşe bakabiliyorum. Senin umurunda mı tabii? Her gün gelip şu koltuğa
oturuyorsun, her hasta için sarf ettiğin en fazla iki üç cümle, bir de bu kadar
alakasızlığın içinde bir şeyimin olmadığına karar veriyorsun. Benim bir şeyim
var doktor! Şu beynimin içinde beni sürekli hazır ol pozisyonunda bekleten,
fitili çekilmiş bir bomba var. Patlamak için gün sayıyor doktor. Sen hiç gün
saydın mı doktor? Sahi ya, hiç birinin gelmesini beklerken, bir şeyler gelip
geçerken gün saydın mı? Zamanla uğraşmak ne kadar zordur bilir misin sen? Zaman da bir çeşit tümör işte doktor. O da
kıymık gibi batırıyor o lanet anıları beynimize.
Ben küçüklüğümden hatta bebekliğimden beri gün sayarım
doktor. Hamile kadınların bebeklerini beklerken gün sayması gibi aynen. Annem
benim için gün sayamadı ama. Hatta bazen unutmuştu da her an yanında olan,
arada bir tekme atan – pek de tekme atmıyormuşum ama -, onunla mutlu, onunla
hüzünlü olan karnındaki varlığı. İşi başından aşkındı doktor. O kendi
savaşındaydı. Ne anne olacağını anlayabildi ne olduğunu. Ama sevdi, çok sevdi
beni.
İlk başlarda annemin işten geliş saati için saatleri
sayardım. Tabii o zaman el kadar bebeğim, anlamıyorum sayı rakam. Her anne
kokusu burnuma geldiğinde basıyorum yaygarayı.
Dün gibi hatırlıyorum. İnsan hatırlar doktor. Zaman geriyi gösteren bir
ayna gibidir. Ben yaşadıkça başıma gelenleri daha iyi anladım doktor. Köprüler
kurdum geçmişle gelecek arasında. Arada kavşaklar, keskin virajlar, ince ve
ıssız yollar da vardı doktor. Bütün yollar birleşince, taşlar yerine oturunca
tamam Erhan dedim, tamam. İşte kocaman bir yalanın, hayal kırıklığının sonuna
geldin dedim. Şimdi köprüleri patlatma zamanı.
Neyse doktor, burada mısın hâlâ? Buradasın burada.. Ben çok
dalgın biriyim doktor. Her şeyi kaybederim. Her şeyimi kaybederim. Mesela ilk
güveni kaybettim. İlkiydi ve en acısıydı. Sonra her şey o andan sonra iyice
boka battı. Soğuk bir günde doğmuşum ben, yeni bir yıla geçmemize çok az
kalmış. Yeni yıl, yeni umutlar, yeni hayatlar falan filan. Annem Tarık olsun
adı demiş o yüzden. Anlamı yıldız ya hani, yeni bir yıldız, yeni bir parıltı,
yeni bir hayat. .. Ama inanır mısın, o bile olmadı doktor. Adım Tarık olmadı.
Erhan koydu babam ismimi. Erhan ismiyle
bir alıp veremediğim yok, sevdim ismimi de zamanla. Ama annemle arama ilk
mesafe de böyle girmişti. Gece kâbuslarımda
hep boş beşikler ve önünde ağlayan annemi görürüm hâlâ. Sonra uyandığımda mide yanmaları, gereksiz
küfürler.
Yorumlar
Yorum Gönder