oda arkadaşı

ODA ARKADAŞI
Lise yıllarını yurtta geçirmiş olmanın bıkkınlığı vardı üstümde. Dört koca yıl, hapishaneden devşirilmiş gibi duran bir yurtta kendimden başka yetmiş dört kız ile birlikte geçmişti. O iki katlı binada bu haddinden fazla iç içe yaşam, sıfıra inen mahremiyet, canının burnuna geldiği an sığınabileceğin bir kuytunun olmaması insanın sabrını tüketiyordu. Benimki de dört yılın sonunda tükenmişti. Demir dış kapıdan valizim ile çıktığımda yurdun hemen önünden geçen işlek caddedeki mazot kokusu bile burnuma güzel gelmişti. Sanki o caddede insanın içini ferahlatan bir rüzgar vardı ve yurdun etrafını saran duvarı görünce boynu bükük geri dönüyordu. Kurtuldum diye geçirmiştim o gün içimden. O günler üniversite benim için yetişkinlik, kendi kendine yetebilme, istediğinde kendinle baş başa kalabilme, kendine ait bir oda demekti. Bu yüzden o lise yurdundan dışarı adımımı attığımda nasıl geçtiğini anlamadığım iki saat sonunda odama ulaşmıştım. Karneyi evdekiler görsün diye başarı belgesini de üstüne iliştirip salondaki masanın üstüne bırakmıştım. Tek başınalığın huzuruna ererek ev ahalisi gelene kadar uyumuştum.
Birkaç ay sonra üniversite yerleştirmeleri açıklanmıştı. Kazandığım üniversite yine evime uzaktı. Ama bu sefer kararlıydım. Evimden gidip gelecektim. Ne de olsa üniversite lise gibi değildi. Bazı günler dersim olmazdı, bazı günler ben gitmezdim. Bunları düşünerek evimden gidip gelmeye başladım. Yol, trafik, ilk yılın yoğun dersleri derken kışın ortasında yol beni iyice yıprattı. Dönemin ortasında bir ev bulmak çok zordur. Yazın bütün idare edecek durumda olan evler tutulmuş, fahiş kiralar karşılığında her bir eve beş altı öğrenci doluşmuştur. Ne kadar zor olacağını bilsem de şansımı denemeye karar verdim.
Birkaç haftalık uğraş sonucunda tek başıma kalabileceğim, içinde yaşayanlar tarafından pansiyon gibi kullanılan bir ev buldum. Birçok öğrenci evine nispeten evin genel durumu iyi olsa da bir sorun vardı. Bana kiraladıkları odanın bir penceresi yoktu. Duvarın hemen dışındaki boşluktan gelen sesleri duyuyordum. Boş bir alana açılıyor olmalıydı ama gözlerim duvarın ötesini görebilecek şekilde yaratılmamıştı maalesef. Geceleri duvarın dibine sığınan köpeklerin havlama sesleri odamın içinden geliyor gibiydi. Gündüzleri şehre dair araba sesleri biraz daha öteden geliyordu. Gözlerimi kapatınca her şey normaldi aslında. Ama görmek istediğimde karşılaştığım tek şey soluk sarı renkli bir duvardı. Neden oraya dikdörtgen bir delik açmadıklarını anlamaya çalıştım. Benim için mantıklı bir cevabı olamazdı. Belki de psikolojik bir deneyin içinde kalmıştım ve bir pencereye sahip odalarda kalan diğerleri tarafından kontrol altında tutuluyordum. Belki de hafızamı kaybetmiştim ve bütün bunlar yeni tasarlanmış bir hapishane simülasyonu içindi.
Bir akşam sınavdan çıkıp odama geldim. Saat henüz erken sayılırdı ama penceresiz bir odada zaman durmuş gibidir. Günün yorgunluğundan dolayı dinlenmeye ihtiyaç duydum. Yatağa uzanıp gözlerimi kapattım. Odada duvardan gelen küçük çatırdamalar dışında başka ses yoktu. Sonra yorgunluğumun düşündüğümden daha fazla olduğunu haykırırcasına vücudum, ayağına gülle takılmış bir mahkum gibi yatağa gömüldü. Zihnimin bulanıklaştığını ve zamanın artık hiçbir önemi kalmadığını hissettiğim an gelmişti. Uyku bütün çekiciliği ve sakinleştiriciliği ile bana kucak açmıştı. Kaç saat geçtiğini anlamamıştım ki - çünkü odanın ışığı her zaman sabitti - masamın yanındaki sandalyenin çekildiğini duydum. Gözlerimi açmak için henüz erken olduğunu düşünüyordu yorgun vücudum ama evdekilerden birinin odama izinsiz girmiş olma ihtimali uyku sersemliğime rağmen çok mantıksız geliyordu. Bir an bu sesin o anımı mahvedecek, öğrenci evlerine meraklı bir hırsız olma ihtimalini düşündüm. Gözlerimi açtım ve direk sesin geldiği yöne baktım. Sandalye yerinden oynatılmıştı ama kimse yoktu. Odanın kapısı da kapalıydı. Hafızam mı beni yanıltıyordu yoksa gözlerim mi emin olamadım. Biraz daha uyumaya ihtiyacım vardı ama beni tedirgin eden his gözlerimi kapatmama müsaade etmedi. Yataktan kalktım ve mutfağa gidip karnımı doyurmaya karar verdim.
Mutfağın yanındaki odada kalanların sesleri geliyordu. Birlikte yemek yemeyi teklif etsem mi diye düşündüm ama bu fikrimden çabuk vazgeçtim. Odama döndüm. Sandalye hâlâ yana çevrilmiş halde yatağıma doğru bakıyordu. Masaya doğru çevirip oturdum. Çay bardağımı benden önce odada kalmış ve eski bir zevke sahip olan bir öğrencinin bıraktığı ceviz ağacından masanın üstüne bıraktım. Bir öğrenci evi için fazla gösterişli ve sağlamdı. Sıradaki sınavım için notlarımı düzenlemeye koyuldum. Beni çabuk bunaltan bu işe ara verip çayımı tazelemek için ayağa kalkmaya karar verdiğim an sanki bir pencereden gelen esintinin ensemi yalayıp geçtiğini hissettim. Ani bir hareketle esintinin geldiğini düşündüğüm tarafa döndüm. Bu hareket sadece penceresiz duvara anlamsız bir bakış atmamı sağladı. Beynime giden sinirlerin bana küçük bir oyun oynadığını düşünerek ensemi ovuşturdum. Masadan boş çay bardağını alıp kalktım ve kapıya döndüm.
Onunla karşılaşmam da tam o an gerçekleşti. Kapının yanındaki duvara dayadığım yatağımın üstünde oturmuş haddinden fazla büyük ve cam rengi gözleri ile bana bakıyordu. Korku ve şaşkınlığın doruğunda vücudum kaskatı kesilmişti. Hayır, korkulacak bir görünüşü yoktu. Sadece biraz solgun görünüyordu. Ama benim odamda, en azından o güne kadar öyle sandığım odada, bir yabancı ile karşı karşıya duruyordum. Onun yatağın üstündeki rahat oturuşuna karşın benim tedirgin ve odadan çıkmaya hazır tavrım karşılaştırılsaydı yabancının ben olduğum sonucu çıkabilirdi.
"Sanırım istemeden uykunu kaçırdım" dedi.  Tepkisiz kalmayı tercih ettim. "Daha önce tanışacak fırsatımız olsaydı, seni rahatsız etmek zorunda kalmazdım." dedi pişmanlık belirtisi göstererek. O an, diğer odalardan birine taşınmış yeni biri olabileceğini düşündüm. Sert olmamasına özen gösterdiğim bir ses tonu ile "Odama izin isteyerek girseydin aslında bir sorun olmazdı." dedim boş olan elimle kapıya vurma hareketi yaparak. "İzin almam gerektiğini düşünmedim, çok uzun zamandır bu odada yaşıyorum. Senin gelişin aslında benim için sürpriz oldu." dedi. Ben dediklerinin ne anlama geldiğini düşünürken "Beş kişi bu ev için yeterliydi aslında ama kiralar ateş pahası. Yeni birine ihtiyaç duymuş olmalılar." diye devam etti. Bir ay olmuştu bu odaya taşınalı ve o bir ayın her gününde bu odada yalnız olduğuma yemin edebilirdim. Uyurken sandalyeden gelen anlamsız sesten itibaren yaşadığım her anın bir rüyaya ait olabileceğini düşündüm. Ama her şey bir rüya için fazla gerçekçiydi ve lisede geçirdiğim kötü bir dönemden beri halüsinasyon görmeme sebep olacak bir ilaç kullanmıyordum. "Çay almaya gideceksin sanırım." dedi elimdeki bardağa bakarak. Dibinde biraz çay kalmış bardağa baktım ve evet anlamında başımı sallayıp mutfağa gitmek için odadan çıktım.
Bedenen ne kadar ortak olduğumuzu bilemesem de ikimizin de bir ruha sahip olduğunu düşündüğüm bu kişiyle tanışmam böyle gerçekleşti. Liseden sonra ilk oda arkadaşım o olmuştu. Dikkat çekici bir şekilde birçok ortak zevkimiz vardı. Akşam odama gelirken onun için de içinde badem olan şekerlemelerden alıyordum. Okuduğum kitapları ben okuldayken o da okuyordu. Bazı akşamlar okuduklarımız hakkında muhabbet ediyorduk. Odamı veya onun odasını birlikte Haziran'a kadar paylaştık. Sıra dışı ve oldukça keyifli bir oda arkadaşıydı ama bu penceresiz odanın yarattığı kasvet beni rahatsız etmeye devam ediyordu. Yaz tatilinin başlamasına az bir zaman kala başka bir odaya taşınmayı teklif ettim. "Belki taşınmak sana da iyi gelir." dedim soluk renkli yüzüne bakarak. Yüzüne bakarken bir şeyi ilk defa fark etmiştim. Cam rengi, ürkütücü diyebileceğim bir renkte olan gözleri gitmişti ve sanki yerine benim gözlerimden bir çift yerleşmişti. O an aynaya bakıyormuşum gibi hissettim. Bu benzerlik içimi ürpertti. Ellerimi yüzüne dokunmak için kaldırdım ama sonra kendimi tuttum. Anlamış gibi gülümsedi ve "Aynaya baktığında gördüğüne her zaman güvenir misin?" diye sordu. Soruyu anlamamıştım. "Görüntüler yanıltıcı olabilir ama hakikat her zaman bir yerde gizlenmiştir. Dış görünüşüm değişmiş olabilir. Bunda senin bakış açının da bir payı var. Bana yaklaşımın, paylaştıklarımız, sırlarımız ve dahası.. Yansımaları ne kadar fazla olsa da hakikat tektir. Senin alışık olduğunun dışındaki değişken bedenim için mekânların bir önemi yok. Belki başka bir zaman ve mekânda başka bir biçimde tekrar karşılaşırız. Yansımalar seni yanıltmasın." dedi.
Bu veda konuşmasının üstünden uzun yıllar geçti. Okul, iş, yeni insanlar, evlilik.. En son "kendimle" onu gördüğüm son gün baş başa kalmıştım. Yorulduğumu hissettiğim bir akşam elimde çay bardağı ile masamın başına geçtim.  Kitabımın hemen üstünde küçük bir paket duruyordu. Eşimin bıraktığını düşünerek açtım. Bademli şekerlemeler vardı içinde. Bir de kendi el yazım olduğuna yemin edebileceğim bir yazı ile yazılmış bir not;
"Yansımaların ışıkları gözlerini acıttığında penceresiz bir oda hayal et."

7 Ocak 2017
Ebrû Karabulut
İstanbul
--

iki buçuk yıl önce yazılmış büyük harfli bir öykü. eski ebrû'ya dair bir şeyler bulmak çok heyecan verici. emeğine sağlık ebrû. penceresiz odanda mutluluklar. 13 haziran 2019.

Yorumlar