Klişe Bir Aşk Hikayesinin Sahneye Simetrik İz Düşümü: Romeo ve Juliet

Türk sinemasında ağa filmlerinde çok sık rastlanan bir senaryodur düşman ailelerin çocuklarının birbirine aşık olması. Kan davalı ailelerin çocukları birbirini sever ve iki saat boyunca amansız bir mücadele izleriz. Genelde araya girenler, ölenler, kalanlar derken büyük ihtimal o iki aşık bir yolunu bulur evlenir. Peki, 16. yüzyılın sonunda okuyucuya arz-ı endam eden aynı kadere sahip iki aşığı - Romeo ve Juliet- konu eden bir oyun yazılmasının amacı neydi? Tabii ki Shakespeare'de mutlu son yoktur, kahramanlar ölür. Bu benzer hikâye neden yüzyıllardır okunur?

Romeo ve Juliet'ten 4 asır sonra yaşamış olan Jacques Derrida, post modernizmin yılmaz bir savunucusuydu. Diyordu ki anlatılabilecek, yapılabilecek, üretilebilecek 'yeni' bir şey kalmadı. Her şey artık kendinden öncekinden esinlenmiş bir eserdir. Bu esinlenme kaçınılmazdır ve doğaldır. Bu noktada intihalden bahsetmek abestir. Ayrıca hikâyeleri yazarken anlatıcının ne kastettiği ilk sırada önem taşımaz. Bu sadece hikâye için bir etkendir. Asıl olan okuyucunun o hikâyeden ne anladığıdır. O zaman, bu klişe aşk hikâyesini değerli kılan olgu hikâyenin olay örgüsü değilse neydi? Sanırım bu sorunun cevabını verirken Shakespeare'nın yazarlık yeteneğini iyice vurgulamalıyız. Söylenmesi gerekeni en naif, en kestirme ve en şiirsel tonda söyleyerek içimize, en derin duygularımıza hitap eder Shakespeare.

Romeo, aşkından perişan bir hâle düştüğünde babası Montague bize vaziyetini şu şekilde bildirir:
"Kaldırmaya başlarken en uzak yerlerinden doğunun
Gölgeli perdelerini Şafak Tanrıçası'nın yatağından;
Işıktan eve kaçıp kapanıyor odasına oğlum,
Çekip perdelerini güzelim gündüze kilit vuruyor,
Kendine uydurma bir gece yaratıyor."

Veya bir aşkın itirafının ağırlığını Romeo şu sözlerle dillendiriyor:
"Hasta adama vasiyetname yazdırma
Ölümünü hızlandıran bir şey olur ancak."

Çoğumuzun bildiği, hissettiği aşk olgusunu pespayelikten çekip aldığı ve kağıda bir zerafet abidesi olarak kondurduğu için bu hikâyeyi Shakespeare'in anlatması çok değerli. Sorunun ikinci bir makul cevabı ise bir oyun formatında yazılan bu hikâyenin, sahneye en etkileyici mizansenlerle konulması için yapılan özveri olmalı. Bütün karakterler birbirleri ile uyumlu ve anlamlı bir şekilde yer alır hikâyede. Gereksiz bir karakter ve ayrıntı yoktur. Shakespeare, simetri hastalığı olan birinin kurduğu sofra gibi bir uyum ve düzen kurar sahneye. Işık fenomeni, aşık iki gencin karamsarlığı ve eksikliğini hâl dili ile seyirciye gösterir.

Sevgilisini göremeyen Romeo, etrafındakilere şöyle seslenir:
"Bir meşale verin bana;
Tepinmeye hiç niyetim yok benim
Işığı ben taşıyayım kederli olduğum için."
Çünkü Juliet yokken karanlıkta kalmıştır. Işık ister umutsuzca.

Sonra Juliet'i gördüğünde sığınacağı metafor yine ışık olacaktır:
"Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğru, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye."
Juliet'ini bulduğunda ışığına kavuşmuş, aydınlığa çıkmıştır. Juliet, gecenin ortasında ayın ışığını bastıran bir güneştir Romeo için.  Ayrıyken karanlıkta kalan sevgililer buluşunca ışığa kavuşabilirler.

Birbirine iki aşık iki gencin kavuşması  bazen şartlar ne olursa olsun görmeyi arzuladığımız nihai sondur. Shakespeare böyle bir sona müsaade etmez her zamanki gibi. Ancak bu hikâyede, normal zamanda yaptıklarını mazur görmeyeceğimiz bir karakter vardır: Rahip. Bir din adamı olarak, iki aşığın gizlice buluşmasına yardım eder hatta onları kimsenin haberi olmaksızın gizlice evlendirir. Juliet'e verdiği karışım ile geçici bir şekilde ölümü yaşatır  - büyü yapar - ve tekrar Romeo ile buluşabilsin diye entrikalar çevirir. Hikâyeyi okurken rahibe kızmamamızın sebebi nedir peki? Amerikalı psikolog Kohlberg'in geliştirdiği ahlak gelişimi kuramında, her insan belirli evreler atlatır. En üst evre gelenek ötesi evredir. Bu evreye ulaşabilen her insan için ahlaki olan şey evrensel niteliklerdir. Bu evrensel nitelikler, toplumun normlarından ve elalemin diyeceklerinden üstün olan değerlerdir. Cezalandırma veya ayıplanma korkusu olmadan vicdanla hareket etmeyi gerektir. Rahip, hikâyede bizim inandığımız şeyi yaptığı vicdanımıza hitap ettiği için onu sevdik.


Shakespeare'in Romeo ve Juliet'i bu zamana kadar anlatılan 'düşman ailelerin birbirini seven çocukları' hikâyesinde bir klasik olarak yerini koyuyor çünkü bu aşkı o kadar hikâyenin içinde en özgün ve şiirsel olarak o anlatıyor.

Ebrû
26 Haziran 2016

Yorumlar